şirinevler travesti arkadaşlar ile kahvaltı

Şirinevler’de Travesti Arkadaşlarla Kahvaltı: Gülmek, Sohbet ve Simit Keyfi

İstanbul’un sabahları bir başkadır, değil mi? Hele bir de o sabah, alarmın sinir bozan sesiyle değil de, telefonunuza düşen “Kızlar, Şirinevler’de kahvaltıya ne diyorsunuz?” mesajıyla başlıyorsa, o günün güzel geçeceği daha şafak sökmeden belli olur. İşte benim için de o günlerden biriydi. Gözümü açar açmaz kendimi, makyaj çantamı ve en rahat eşofmanlarımı bir araya getirirken buldum. Çünkü konu kahvaltıysa, hele bir de bu kahvaltı Şirinevler’de, en sevdiğim travesti arkadaşlarımla olacaksa, gerisi teferruattır.

Bizim tayfa için buluşma noktası genelde bellidir. Kolay ulaşılabilir, herkesin yolunun üstünde, bir de çayı güzelse tamamdır. Şirinevler, bu konuda adeta bir merkez üssü. Metrobüsten in, iki adım at, işte sana on farklı mekan. O sabah da öyle oldu. Henüz tam ayılamamış gözlerim, metrobüsün o meşhur kalabalığında insan selini yararken, aklımda tek bir şey vardı: Sıcacık bir simit ve demli bir çay. Tabii bir de kızların bitmek bilmeyen dedikoduları.

Mekana vardığımda, bizimkiler çoktan en köşe masayı kapmış, ilk çayları yarılamışlardı bile. Masada her zamanki şamata vardı. Biri bir önceki gece çıktığı date’i anlatıyor, diğeri yeni aldığı topuklu ayakkabının ne kadar rahat (!) olduğundan dem vuruyordu. İşte o an anladım ki, doğru yerdeyim. Bu masada ne sahte gülüşlere yer vardı ne de yapmacık sohbetlere. Her şey olduğu gibi, içten ve filtresizdi. Bu, bizim Şirinevler travesti kahvaltı ritüelimizin en sevdiğim kısmıydı.

Kahvaltı Masası mı, Terapi Seansı mı?

Masaya oturduğum gibi, garson sanki beni bekliyormuşçasına yanımızda bitti. “Hoş geldiniz, her zamankinden mi?” diye sordu gülümseyerek. Bizim grup o kadar sık gelir ki, artık siparişlerimiz ezberlenmiş. Serpme kahvaltı, ortaya ekstra patates kızartması ve tabii ki sahanda sucuklu yumurta. Bu üçlü, bizim için adeta bir kutsal ittifak. Onlar olmadan kahvaltı, peruğu olmayan bir drag queen gibidir; yine güzeldir ama bir şeyler eksiktir.

Siparişler verilir verilmez, sohbet kaldığı yerden devam etti. Konu, bir arkadaşımızın yeni başladığı işteki ilk haftasından açıldı. Ofis ortamına alışmaya çalışan, bir yandan da “kendini nasıl daha rahat ifade edebilirim” diye düşünen arkadaşımıza hep bir ağızdan akıl vermeye başladık. “Aman canım, sen önce bir ortama bak,” dedi biri. “Sakın ilk günden bütün kartlarını açma, bırak onlar seni merak etsin.” Diğeri atıldı, “Kızım ne merakı, bas en iddialı kombini, tak takıştır, görsünler kraliçeyi!” Kahkahalar havada uçuşurken, masaya gelen zeytin, peynir ve reçellerle dolu tabaklar, sohbetimize lezzetli bir ara vermemizi sağladı.

İşte bu anları çok seviyorum. Bir yanda hayatın gerçekleri, iş stresi, toplumsal baskılar; diğer yanda ise birbirine destek olan, en zor anında bile bir şaka yapıp ortamı yumuşatan bir grup insan. Herkesin derdi kendine büyük tabii ki ama o masada dertler paylaşınca küçülüyor, mutluluklar ise paylaştıkça devleşiyordu. Şirinevler’in o sabahki gürültüsü içinde, bizim küçük masamız adeta bir huzur vahası gibiydi. Hele ki o Şirinevler travesti tayfasının enerjisi, en uykulu anınızda bile sizi kendinize getirir.

Simit, Çay ve Bitmeyen Dedikodular

Kahvaltının yıldızı, hiç şüphesiz fırından yeni çıkmış, çıtır çıtır simitlerdi. O simidi ortadan ikiye bölüp arasına beyaz peynir ve domatesi koymak… İşte bu, paha biçilemez bir mutluluk. Bizimkilerle bu konuda da bir yarış halindeyizdir. Kim daha estetik bir sandviç yapacak, kim simidin en çıtır yerini kapacak diye tatlı bir rekabet döner aramızda.

Çaylar tazelenirken, konular da haliyle magazin gündemine kaydı. Kim kiminle nerede görülmüş, hangi ünlü ne giymiş, yeni çıkan dizinin başrolü aslında o rol için uygun muymuş… Herkesin bir fikri, herkesin bir yorumu vardı. Bu dedikodu seanslarının en güzel yanı, asla kötü niyetli olmamasıdır. Sadece hayatın sıkıcılığından bir an olsun uzaklaşmak, biraz eğlenmek için yapılan, zararsız beyin fırtınaları.

Bir arkadaşımız, “Kızlar, geçen gün metrobüste bir çocukla göz göze geldim, ama öyle böyle değil, resmen içime işledi bakışları,” diye konuya girdiğinde, masadaki herkes telefonunu bırakıp pür dikkat onu dinlemeye başladı. Bu, adeta bir pembe dizinin en heyecanlı sahnesi gibiydi. “Eee, sonra ne oldu?” diye hep bir ağızdan sorduk. Arkadaşımız dramatik bir duraksama sonrası, “İneceğim durağı kaçırdım tabii ki!” dediğinde, masadan öyle bir kahkaha koptu ki, yan masadakiler dönüp bize “acaba neye gülüyor bu deliler” der gibi baktılar. Onlar ne bilsin, bizim için en basit anı bile bir komedi filmine dönüşebilirdi.

Bu anılar, bu kahkahalar, Şirinevler’deki herhangi bir kafeyi, bizim için dünyanın en özel mekanı haline getiriyor. Çünkü mekanları özel kılan duvarları değil, o duvarlar arasında biriken anılardır. Bizim de Şirinevler travesti camiası olarak burada biriktirdiğimiz o kadar çok anımız var ki… Her köşe başında bir kahkaha, her sokakta bir selamlaşma gizli.

Makyajdan Aşka, Peruktan Hayata Dair Her Şey

Kahvaltı ilerledikçe, sohbetin derinliği de artar. Başta yapılan şakaların, esprilerin yerini yavaş yavaş daha ciddi, daha içten konuşmalar alır. Yeni çıkan bir fondötenin kapatıcılığından girip, hayatın anlamını sorgularken bulabiliriz kendimizi. Birbirimizin makyajına yorum yaparken, aslında ruhumuzdaki çatlakları onarmaya çalıştığımızı fark ederiz.

“Senin bu eyeliner’ı çekişine hayranım, bana da öğretsene şunu,” derken birimiz, aslında “Senin bu hayata karşı duruşuna, gücüne hayranım, bana da biraz o güçten versene,” demek istiyordur. “Bu peruk sana çok yakışmış, rengi harika,” cümlesinin altında, “Kendini bu kadar güzel ifade etmen, kendi renklerini bu kadar cesurca göstermen ne kadar harika,” anlamı yatar.

İşte travesti arkadaşlıklarının böyle büyülü bir dili vardır. Kelimelerin arkasındaki anlamları, gözlerin içindeki hikayeleri okuyabilirsiniz. Çünkü hepimiz benzer yollardan geçmiş, benzer zorluklarla karşılaşmışızdır. Bu ortak zemin, aramızda sarsılmaz bir bağ kurar. Şirinevler’deki o kahvaltı masası, sadece midemizi doyurduğumuz bir yer değil, aynı zamanda ruhumuzu da beslediğimiz bir şifa alanıdır.

Bir ara konu, aile ilişkilerine geldi. Herkes kendi ailesiyle olan durumunu, kabul görme süreçlerini, yaşadığı zorlukları ama aynı zamanda o güzel anları da anlattı. Birbirimize tavsiyeler verdik, birbirimizi teselli ettik. Kimse kimseyi yargılamadı, kimse kimseye “öyle yapmasaydın” demedi. Sadece dinledik. Bazen en iyi tavsiye, sadece dinlemektir çünkü. O masada, her birimiz hem öğrenci hem de öğretmendik. Hayat dersleriyle dolu, uygulamalı bir atölye gibiydi.

Neden Şirinevler?

Belki merak ediyorsunuzdur, “Neden özellikle Şirinevler?” diye. İstanbul’da kahvaltı yapacak onca güzel semt varken, neden hep burada buluşuyoruz? Cevabı çok basit: Çünkü Şirinevler, biziz.

Şirinevler, karmaşasıyla, koşturmacasıyla, her türden insanı barındıran yapısıyla adeta küçük bir İstanbul. Burada kimse kimseye “sen neden öylesin, bu neden böyle” diye bakmaz. Herkes kendi telaşındadır. Bu kaosun içindeki anonimlik, bize bir özgürlük alanı tanır. Sabahın erken saatinde, belki henüz tam “hazır” değilken bile, eşofmanlarımızla, makyajsız yüzümüzle rahatça oturup çayımızı yudumlayabileceğimiz bir yer burası.

Ayrıca, ulaşımın kalbinde olması da büyük bir etken. Biri Avrupa Yakası’nın bir ucundan, diğeri Anadolu Yakası’nın bambaşka bir köşesinden gelse bile, Şirinevler hep “orta yol” olur. Metrobüs, metro, otobüsler… Bütün yollar adeta buraya çıkar. Bu da bizim gibi dağınık bir grubu bir araya getirmek için en pratik çözüm.

Ve tabii ki, o samimiyet… Yıllardır gittiğimiz mekanlardaki garsonların bizi tanıması, “Yine mi siz, hoş geldiniz!” diyerek gülümsemesi, kendimizi evimizde hissettiriyor. Bu aidiyet duygusu, lüks bir mekanın sunamayacağı kadar değerli. Bu yüzden Şirinevler travesti buluşmaları bizim için bir klasiktir.

Kahvaltı Biter, Dostluk Baki Kalır

Saatler ilerleyip, masadaki tabaklar boşalıp, çay bardaklarının sayısı arttıkça, yavaş yavaş kalkma vaktinin geldiğini anlarız. Ama kimse hemen kalkmak istemez. “Hadi bir çay daha içelim,” bahaneleriyle o güzel anı biraz daha uzatmaya çalışırız.

Sonunda, “Artık kalkalım, akşama da enerji kalsın,” diyerek yavaşça toparlanırız. Hesabı öderken yapılan “ben öderim, hayır ben öderim” kavgaları, Alman usulü yaparken bozuk para arama telaşı bile bu ritüelin bir parçasıdır.

Mekandan çıkıp, metrobüs durağına doğru yürürken, sohbet hala devam eder. Bir sonraki buluşmanın planı yapılır, günün geri kalanı için birbirimize şans dilenir. Herkes kendi yoluna giderken, yüzlerde kocaman bir gülümseme ve kalplerde bir sonraki kahvaltının heyecanı kalır.

O gün de öyle oldu. Arkadaşlarımla vedalaşıp metrobüse binerken, sabahki yorgun ve uykulu halimden eser kalmamıştı. Yerini, enerji, neşe ve huzur almıştı. Çünkü biliyordum ki, ne yaşarsam yaşayayım, beni anlayan, dinleyen ve ne olursa olsun yanımda olan harika dostlarım var. Ve bu dostlarla Şirinevler’de, sıradan bir sabahı bile bir şölene çevirebilecek güce sahibiz.

Eğer bir gün yolunuz Şirinevler’e düşerse ve bir kafeden yükselen bol kahkahalı, enerjik bir ses duyarsanız, bilin ki o masada biz olabiliriz. Çekinmeyin, bir selam verin. Çünkü bizim masamızda her zaman bir sandalyelik daha yer ve bir bardak daha çay vardır. Hayat, güzel dostlarla paylaşılan bir kahvaltıyla çok daha anlamlı. Özellikle de o kahvaltı Şirinevler’de, en çılgın travesti arkadaşlarınızlaysa

Scroll to Top