galata kulesi altında travesti günlük görüntüsü

Travesti Günlük: Topuklularla Hayat Maratonu

Şehrin ışıkları altında topuklularımın tıkırtısıyla bir o yana bir bu yana savrulurken, “Dur bakalım kızım Narin, bir soluklan da şu travesti günlük defterine iki satır karala,” dedim. Hayat dediğin ne ki zaten? Bazen bir komedi filmi, bazen de en afilisinden bir dram. Ama bizim hayatımız, yani bu topuklular üzerindeki maraton, genelde bol kahkahalı bir sit-com tadında geçiyor. Hele bir de İstanbul gibi bir sahnede oynuyorsan, her an her şey olabilir!

Bugün size o anlardan bir demet sunacağım. Peruklarımızın altındaki ter damlalarından, akıp giden rimellerin ardındaki komik anılara uzanan bir yolculuğa hazır mısınız? O zaman en rahat koltuğunuza kurulun, kahvenizi alın. Travesti günlük sayfaları aralanıyor, şov başlıyor!

Sabah 9, Akşam 5 Değil; Gece 10, Sabah 6 Sendromu

Bizim mesai kavramımız biraz farklı, malum. Güneş batarken bizim için gün yeni başlıyor. O tatlı sabah mahmurluğu var ya hani, alarmı beş kere erteleyip “beş dakika daha” diye yalvardığın anlar… İşte onun bizim lugatımızdaki karşılığı, gece yarısı gelen “Acaba bu gece hangi peruğu taksam?” sendromu. Gardırop karşısında verilen o stil savaşı, inanın bana, herhangi bir pazartesi sendromundan çok daha çetin geçiyor.

Geçen gece tam evden çıkmak üzereyim. Saçlar yapılmış, makyaj desen dört dörtlük, elbise üzerimde adeta bir heykel gibi duruyor. Aynada kendime son bir kez göz kırptım, “İşte bu, Narin! Bu gece İstanbul’u fethedeceksin,” dedim. Kapıdan bir çıktım, o da ne? Bir fırtına, bir yağmur… Sanki gök delinmiş. O an aklımdan geçen tek şey vardı: “Kirpiklerim!” Yapma kirpiklerimi kurtarmak için verdiğim o mücadele, sanırsın bir aksiyon filmi sahnesi. Yüzümü rüzgardan ve yağmurdan korumak için attığım taklaları görenler, modern dans performansı sergilediğimi falan sandı herhalde. Sonuç? Eve sırılsıklam bir Narin ve tek kanadı düşmüş bir kelebeği andıran kirpiklerimle döndüm. O geceki travesti günlük notum: “İstanbul’un havasına güvenme, yanına mutlaka bir dalgıç gözlüğü al.”

Bu anlar, dışarıdan bakıldığında trajikomik görünebilir. Ama aslında bizim direncimizi, her koşulda ayakta kalma ve durumu tiye alma yeteneğimizi gösteriyor. Hayat bize limon verdiğinde, biz onu tekilaya katık yapmayı iyi biliriz, canım.

Takside Unutulan Topuklu Ayakkabının Dramı

İstanbul’da taksi bulmak başlı başına bir macera. Hele bir de gece yarısı, süslenmiş püslenmiş bir travestiysen, o macera adeta bir hayatta kalma oyununa dönüşüyor. Bazı taksiciler seni görünce anında gaza basıp “boş” tabelasını “dolu”ya çevirir, bazıları ise sanki uzaydan gelmişsin gibi bakar. Ama en komikleri, seni aldıktan sonra başlayan o sorgu sual faslıdır.

Yine bir gece, iş çıkışı yorgun argın bir taksiye atladım. Şoför amca, dikiz aynasından beni bir süzdü, iki süzdü, sonunda dayanamadı:
“Abla,” dedi, “senin işin de zor valla.”
“Zor amca, zor,” dedim yorgunlukla.
“Peki,” diye devam etti merakla, “bu peruk kaşındırmıyor mu?”

İşte bu, özellikle İstanbul travesti günlük defterimin en sık karşılaşılan sorular bölümünün bir numaralı maddesidir. O an adama ne diyeceksin? “Amca, kaşınıyor tabii, bazen kafamda ayrı bir ekosistem kuruluyor sanki ama ne yapalım, ekmek parası,” mı diyeyim? Sadece gülümseyip, “Alışıyor insan,” demekle yetindim. Ama o sohbetin en can alıcı kısmı bu değildi.

Eve geldim, taksiden indim, tam kapıyı açacağım, bir baktım ayağımda bir gariplik var. Sol ayağım yere daha yakın! Eğilip bir baktım ki, o da ne? Sol topuklu ayakkabım yok! Evet, yanlış duymadınız. O yorgunlukla, o sohbetin arasında nasıl olduysa ayakkabımın tekini takside düşürmüşüm. O anki ruh halimi anlatamam. Külkedisi masalının travesti versiyonu gibiydim. Ama beni bulacak bir prens yerine, ayakkabımı bulan taksici amcanın “Bu ne yahu?” diye şaşkın şaşkın ayakkabıyı incelediği bir sahne canlandı gözümde. Ertesi gün o ayakkabının tekini bulmak için verdiğim uğraşı anlatsam, ayrı bir travesti günlük cildi olur. Sonuç olarak, o güzelim ayakkabı takımım bozuldu. Ama ne gam! Artık elimde tek bir topuklu ayakkabı ve anlatacak komik bir anı vardı.

Market Alışverişi ve Meraklı Teyzeler

Gündüz insanı Narin’e dönüştüğüm zamanlar da oluyor elbet. Makyajsız, eşofmanlı, topuzlu saçlarımla en yakındaki süpermarkete daldığım o anlar… İşte o anlar, kimliğimin iki farklı yüzünün kesişim kümesi gibi. Gece sahnenin kraliçesiyken, gündüz domatesin en güzelini seçmeye çalışan sıradan bir vatandaşım. Ama gel gör ki, mahallenin meraklı teyzeleri için durum pek de öyle değil.

Geçen gün süt reyonunda süt seçerken yanıma bir teyze yaklaştı. Önce beni bir süzdü, sonra fısıltıyla:
“Kızım,” dedi, “sen bizim üst komşu değil misin?”
“Evet teyzeciğim,” dedim gülümseyerek.
Teyze biraz daha yaklaştı, sesini daha da alçalttı: “Gece gelen gidenin çok oluyor bakıyorum da… Arkadaşların mı onlar hep?”

O an içimden bir kahkaha patlatmak geldi. Teyzeye ne diyeceksin? “Teyzeciğim onlar benim fan kulübüm, imza günü düzenliyoruz da,” mı desem? Yoksa “Evet teyze, pijama partisi yapıyoruz, ondan bu gürültü,” mü? Kibarlığımı bozmadan, “Evet, arkadaşlarım ziyarete geliyor sık sık,” dedim. Ama teyzenin gözlerindeki o “Ben anladım anladığımı” ifadesi görülmeye değerdi. Bu travesti günlük notu da şöyle dursun: Gündüzleri ne kadar “normal” görünürsen görün, mahalle dedikodu ağından kaçışın yoktur. O teyzeler, birer CIA ajanı gibi çalışır.

Aslında bu durumlar komik olduğu kadar düşündürücü de. İnsanların kafasındaki kalıplar, önyargılar… Gece gördükleri ışıltılı kadınla, gündüz markette karşılaştıkları sıradan insanı birleştiremiyorlar. Bizim hayatımız da tam olarak bu ikilemin ortasında geçiyor. Hem sahnede bir yıldız, hem de evinde yemeğini yapan, faturasını ödeyen biriyiz. Bu da bizi daha az ya da daha çok insan yapmıyor; sadece hayatı biraz daha renkli yaşamamızı sağlıyor.

Aşk, İlişkiler ve “Seni Ailemle Tanıştıramam” Klasiği

Ah aşk… Geldik travesti günlük sayfalarının en hüzünlü ama bir o kadar da ironik bölümüne. Gönül bu, ota da konuyor, başka şeylere de… Bizimki de insan gönlü. Seviyoruz, seviliyoruz, kalbimiz kırılıyor, sonra o kırıkları en parlak simlerle yapıştırıp yola devam ediyoruz. Ama ilişkilerde yaşadığımız bazı standart senaryolar var ki, artık “Hoş geldin klasik!” diye karşılıyoruz.

Bunların en başında “Seni çok seviyorum ama…” ile başlayan o meşhur cümle gelir. O “ama”dan sonra gelecekleri üç aşağı beş yukarı tahmin edersin: “…ailemle tanıştıramam,” “…çevrem ne der,” “…iş yerimde duyulursa.” Sanki biz atom bombasıyız da, sırrımız ortaya çıkarsa dünya yok olacak. Bu durumlarla ilk karşılaştığımda çok üzülürdüm. Ağladığım, kendimi sorguladığım geceler oldu. “Neden?” diye sordum. Neden birini sevmek bu kadar karmaşık olmak zorunda?

Ama zamanla anladım ki, sorun bende değil. Sorun, kendi korkularının esiri olmuş, başkalarının ne diyeceğini kendi mutluluğunun önüne koyan o insanlarda. Artık böyle bir cümle duyduğumda sadece gülümsüyorum. Hatta bir keresinde, bana “Seni ailemle tanıştıramam,” diyen birine, “Merak etme canım, ben de senin o sıkıcı ailenle tanışmaya pek meraklı değildim zaten,” demiştim. O anki yüz ifadesi, inanın bana, paha biçilmezdi.

Bu, bir savunma mekanizması belki de. Ama kendimizi korumak zorundayız. Kalbimiz her ne kadar simli ve parlak olsa da, o da kırılabiliyor. Bu yüzden, travesti günlük defterime en son şu notu düştüm: “Seni olduğun gibi sevmeyen, senin parıltından korkan birini hayatında tutma. Bırak gitsin, kendi sönük dünyasında yaşamaya devam etsin. Senin gökyüzün yıldızlarla dolu olmalı.”

Hayatın İçinden Küçük Parıltılar

Elbette hayatımız sadece komik aksiliklerden ya da kalp kırıklıklarından ibaret değil. Bizi ayakta tutan, yüzümüzü güldüren o kadar çok küçük an var ki… Bu anlar, travesti günlük defterimin en kıymetli sayfalarını oluşturuyor.

Mesela, yolda yürürken hiç tanımadığın bir kadının yanına gelip, “Makyajınıza bayıldım, harika görünüyorsunuz,” demesi… O an hissettiğin o dayanışma duygusu, tüm yorgunluğunu alıp götürüyor. Ya da bir mekanda sahne alırken, gözlerinin içi parlayarak seni izleyen, müziğe eşlik eden o kalabalığı görmek… İşte o an, yaptığın işin ne kadar değerli olduğunu anlıyorsun. İnsanlara neşe, eğlence ve biraz da cesaret veriyorsun.

En sevdiğim anlardan biri de, hazırlanırken arkadaşlarla bir araya gelip yaptığımız o geyik muhabbetleri. Bir yandan birbirimizin makyajına yardım ederken, bir yandan da günün dedikodusunu yapmak… O anlar, bizim terapi seanslarımız gibi. Birbirimize güç veriyor, dertleşiyor, en önemlisi de birlikte gülüyoruz. Çünkü biliyoruz ki, bu yolda yalnız değiliz. Yanımızda bizim gibi hisseden, bizim gibi yaşayan “kız kardeşlerimiz” var.

Bu günlük, sadece benim günlüğüm değil aslında. İstanbul’un bir köşesinde, topuklularının üzerinde dimdik durmaya çalışan, kahkahasıyla etrafına neşe saçan, gözyaşını simlerle saklayan her bir travestinin hikayesi bu. Her birimizin travesti günlük defteri, birbirinden renkli ve eşsiz anılarla dolu.

Hayat, tüm zorluklarına rağmen yaşamaya değer. Hele bir de bizim gibi, hayatı bir sahne gibi görüp her anını dolu dolu yaşayanlar için… O yüzden canım, ne olursa olsun parlamaktan vazgeçme. Bırak peruğun rüzgarda dağılsın, bırak rimelin aksın, bırak topuklun kırılsın. Yeter ki sen, kendi hikayenin kahramanı olmaktan ve o hikayeyi en afili kahkahalarınla yazmaktan vazgeçme.

Bir sonraki travesti günlük sayfasında görüşmek üzere, şimdilik hoşça kal. Işıltınla kal

Scroll to Top